Gürültüyü Düşünür

16 Şubat 2016 Salı

Sıkılmak

Şimdi bir de sıkılmak çıktı.
Köylerde yaşıyan bir insanın lügatında sözlük dağarcığında böyle bir kelime yoktur.Bizim dönemlerimizde sıkılmak uyuşuklukla eş değer sayılırdı ve dünyamızın ve onun bize sunduğu değersiz göründüğünü anımsatırdı. Şimdi bütün çocuklarımızın ağzında bu kelimeyi işitmek çok normal karşılanıyor(sayılıyor).Sıkıntının belki de en iyi yanı insanı yaratıcı olmaya zorlamasıdır. Bugün çocuklar avmlere üçüşüyor elektronik oyunların önüne akıyorlar genede yakınmaya devam ediyolar.Bu tür oyunlar sıcak bir günde içilen şekerli bir içecek gibidir, çocukları daha da tatminsiz bırakıyor.Daha hızlı, daha büyük, daha şiddetli uyaranlar arıyorlar onlar tek sorun sakinleşebilecek ortamlarının olmayışıdır.
İşte o ortamda doğanın kalbidir.

3 Şubat 2016 Çarşamba

Kamera



Kamera bir gösterme biçimi değil bir gizleme biçimidir. Çünkü kameranın doğal olarak insan gözünün dışında bir kadrajı vardır. Kadraj insanların neyi görmesini istediğiniz yere doğru yönelir dolayısıyla gerçekliği kıran bir şeydir içinde bir merceğin bir camın bir kadrajın olduğu herşey gerçekliği bozup yeni bir gerçekliği kurmanın yoludur. Dolayısıyla kamerayı icat eden gerçekliği de inşa etme imkanını elinde tutar. Kamerayı objektifi, mikrofonu, televizyonu, reklam panolarını, gazeteyi, matbaayı kim icat etmişse gerçekliği de icat etmişlerdir. Bizim bu konuda direnebileceğimiz tek ve sahici gücümüz yüz yüze nazar etme sohbet etmek, temaşa etmekdir.Onuda bırakınca doğal olarak o üretilmiş gerçekliğin içerisinde kendimizce hakikat kırıntıları aramaya başlıyoruz.











13 Eylül 2015 Pazar

Bekleyiş...

Akşam olmak üzereydi.
Annem her zaman ki gibi sığırları sağmak için hazırlık yapmaya bağladı salondan bakracı aldı.Ahırda temizlik yapmak için abimi çağırmaya başladı, kardeşim o arada erik ağacına çıkmış meyveyi dalında yeme zevkini yaşarken babam her zamanki gibi yerinde kapıya sırtını dayamış arada kapı gıcırdısında derin düşünceler dalmış gidiyordu.
Sonra bir anda evim önünde bir kırmızı araba durdu.
Annem sezgisel gücüyle adamların sanki ne diyeceğini bilircesine içinde derin bir üzüntüye girdi ne olduğunu fark etmişcesine, kardeşim ağaçtan hızlı şekilde inerken son kalan eriği de yavaşça ağzına atarak olanları seyrederken.Babam, kapının önünde otururken adamların evin avlusuna doğru gelişini görünce ayağa kalktı.Ben ve abim adamların kim olduğunu çözmeye çalışırken,adamlardan biri 'bi yaramazlık var ağabey' dedi.Annemin yüz ifadesi daha bir üzgün hale geldi.Biz adamın ne demek istediğini anlamadan adam ikinci sözünü söyledi.'Ağabey acilen hastaneye gitmemiz gerekiyor.'Alelade alının bir kaç eşya ve çantalarla evden ayrıldılar.Geriye ben ve abim kaldık.
Ortalık kararmadan sığırları sağma işine koyulduk yapılması gereken işleri yaptık ama kafamızdaki soru işaretleri henüz kalkmamıştı, ne olmuştu,o adamlar kimdi bizimkiler neden gitti sorularıyla boğuşurken,belki erkenden gelirler düşüncesiyle gelen arabalara bakıyorduk o gece sürekli arada bir de olsa gelen arabalara bakıyorduk bir umut belki diye... Ama ne gelen ne giden sabahın erkne saatlerinde meralara çıkardığımız hayvanları bırakıp eve geldim bekleyişlerimiz saatleri saatleri günleri kovarken artık giden gelen yoktu.yinede birilerini arabadan gelip bizide çarşıya indirmesini beklerken...
bekleyişimiz devam etti.

5 Eylül 2015 Cumartesi

Nal

At nalı, tarih boyunca birçok uygarlık tarafından farklı bir öneme sahip olmuştur. At nalının uğur getirdiği inancı, kalıplara çakılması ve eski kapı tokmaklarında at nalı biçimi ve türevlerinin kullanılmış olması, ortak bir değer yükleme geleneğini gösteriyor. At nalı, hem uygarlık tarihinde savaş, ulaşım, taşımacılık, güç kaynağı olarak önemli bir yol oynayan atla olan ilgisi; hem ateş kültürüyle kaynaşarak kutsallaşan demir ve kılıç üreticisi demircilik mesleğiyle iç içeliği nedeniyle çok geniş bir kapsama sahiptir

4 Eylül 2015 Cuma

Gaz lambası

Yaşlı kadın, bir eliyle gözlüğünü tutarken diğer eliyle lambasını masaya koydu.Petrol lambasının gazı bitmişti. Mutfakta ki gaz şişesini getirmeye gitti kadın. Alçak tavanlı nemli evin mutfağı eski bir görünüme sahipti. Şişe gazın yağıyla kirlenmişti. Kapkara görünüyordu. tekrar oda ya döndü.lambanın şişesini çıkardı, sonra fitilin yanmış ucunu makasla kesip lambayı yaktı.Kadın eskimiş antik görünümlü lambayı masaya koydu.Masaya dayanarak derin derin düşünmeye başladı.


Gün Doğarken

Vakitlerden sabah...
Yer İstanbul ...
Gün ağarmakta ama ayın aydınlığı cami avlusundan henüz çekilmemiş. Rüzgarın etkisiyle dans eder gibi düşüyor yapraklar. Yere düşen yaprakların ahenkli dansını seyrederken, caminin avlu kapısında, önünde bir torba selpak mendiliyle oturan yaşlı teyzeyi fark ediyorum. Derinlere dalmış mavi gözlerine kederin gölgesi düşmüş. Çizgilerinde yaşanan yılların hikayesi saklı... Yüzünü sanki siyah çarşafın arasında değil de mahcubiyetin koynuna saklıyor

Çocukluk

Meğer ne kadar mutluymuşuz biz fakir Anadolu çocukları uzak köy ve kasabalarda! Rahatça oynayabiliyorduk mahalle aralarında.Ne oyun çizgimizi bozardı canavar bir araba ne de kolumuzdan çekerdi Azrail ikide bir. Sevinçlerimiz sevinç, hayallerimiz hayaldi. Çığlık çığlığa. Anneler babalar karışmazdı işimize.Böylece kavaklar gibi büyüdük hür.Şimdi çocuklara yer yok şehirlerde.Her şey büyükler için.Kocaman apartmanlar,yollar, arabalar, bankalar, gazinolar...Çocuklar ya okulda ya evde.Çocuklar kuş misali, hep sonsuza uçmak isterler.